Sunucu: Mersin'de çalışan harika bilgileri size aktaracak olan Mersin Hematoloji uzmanı Doçent Doktor. Bizzat ben kendisini yakından tanıyorum biraz da sizlerin yakından tanıması için; hocam hoş geldiniz programımıza. Kendinizden bahseder misiniz?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Tabii ki, öncelikle çok teşekkür ederim beni davet ettiğiniz için, bir onur bizim için. Mahmut Bakır Koyuncu, Medical Park Mersin Hastanesi'nde çalışıyorum, hematoloji uzmanı olarak. Mersinliyim, daha önce Mersin'de hem iç hastalıkları anadalı sonra da hematoloji yandalı yaptım. Sonra da bir süre Adana Şehir Hastanesi'nde kemik iliği nakil ünitesi hekimi olarak çalıştım. Şimdi de yaklaşık bir yıl olacak, Mersin Medical Park Hastanesi'nde çalışmaktayım.
Sunucu: O zaman aramıza hoş geldiniz diyelim.
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Çok sağ olun, hoş bulduk, teşekkür ederim.
Sunucu: Gerçekten sevgili izleyiciler, Mahmut hocamız alanında çok başarılı, çok bilgili ve gerçekten hastalarını incitmeyen bir arkadaş gibi davranan biri. Çünkü hocam, iletişim de çok önemli hastalarla diyalog kurmada. Biz mesela muayeneye gidiyoruz, bir hasta olarak değerlendirelim, muayeneye gittiğimizde sadece bilgi almak değil, o hastanın kalbine dokunmak, onunla arkadaşlık kurabilmek, onu anlayabildiğinizi hissettirmek de çok önemli. Hastaların gözünde siz bunu başarıyorsunuz, çok teşekkür ederiz hocam.
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Çok sağ olun, kesinlikle katılıyorum size.
Sunucu: Evet, yavaş yavaş ben sorularıma geçeyim hocam. Öncelikle hematoloji nedir ve hematoloji hangi hastalıklara bakmaktadır?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Hematoloji aslında işte kan bilimi demek, yani kan hastalıklarıyla ilgileniyoruz biz temel olarak ama birazcık geniş. Yani kan deyince aslında çok büyük bir doku vücudumuzdaki, ama bizim ilgi alanımız hem bu kan hastalıkları hem de kanın yapıldığı yer olan kemik iliği hastalıkları. İlâveten lenf sistemi, yani bu oramızda buramızda çıkan lenf bezeleri, işte onların hastalıklarına da biz bakıyoruz ve dalak hastalıkları. Çünkü dalak da lenfatik sistemin bir organı. Temel olarak bunlarla ilgileniyoruz. Hematoloji iç hastalıklarına bağlı bir yandal aslında. Biz eğitim alırken, tıp fakültesinden sonra önce bir dört yıl iç hastalıkları uzmanlık eğitimi alıyoruz, sonrasında işte mecburi hizmet falan. Üç yılda bir yandal uzmanlık eğitimimiz oluyor; hematoloji, gastroenteroloji, artık neyse. Ondan sonra hematoloji uzmanı oluyoruz. Aslında temel dalımız iç hastalıkları, yani bu kan ve ilik hastalıkları birazcık geniş, çok fazla şey. Kan deyince böyle sanki kandaki her şey gibi. Ama işte kansızlık yapan sebepler, kan fazlalığı yapan sebepler, işte beyaz kan var, sarı kan var, kırmızı kan var, bunlarla ilgili her anomaliler, işte bu lenf büyümeleri, lenf bezelerinin hastalıkları, dalak büyüme nedenleri vesaire. Çok geniş bir alanımız var aslında.
Sunucu: Evet, bunları zaten detaylı detaylı yavaş yavaş birazdan bahsedeceğiz hocam. Peki, kansızlık kanser belirtisi olabilir mi?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Kansızlık bir kanser belirtisi olabilir tabii ki. Hematolojinin belki güzel, belki de zor diyebileceğimiz yanlarından biri aslında şu: Bize çok kansızlıkla hasta geliyor. Bu kansızlık çok normal bir sebeple olabileceği gibi, maalesef böyle kötü hastalıklarla vesaire de işte kendini gösteren bir şey olabiliyor. Ama kansızlık, evet, bu sorunun cevabı evet, ama her kansızlıkta bir kanser gölgesi değil. İşin aslı, şunu sadece vurgulamak lazım: Kansızlığın sebeplerinden bu demir eksikliği anemisi var, çok sık görüyoruz bunu. İşte dünyada da, Türkiye'de de çok sık. Onlar çok önemli çünkü bir kadın, özellikle menopozdan sonra demir eksikliği anemisi yaşıyorsa bunda mide bağırsak kanseri olma ihtimali çok artıyor. Bunların endoskopi, kolonoskopiyle bakılması lazım. Erkekler için bu yaş sınırı her yaş için geçerli. Her yaşta eğer bir erkekte demir eksikliği anemisi varsa, altta yatan bu tarz hastalıkların gerçekten göstergesi olabiliyor. Lütfen bu endoskopi, kolonoskopi işin, hani burada da vurgulamış olayım, çok önemli demir eksikliği anemisinde.
Sunucu: Evet, evet hocam. Hocam, demir eksikliği anemisi demişken, demir eksikliği anemisi nedir, tedavi şekilleri nelerdir? Özellikle gebelerde demir eksikliği anemisi olduğunda nasıl bir tedavi şekli geliştirilir?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Evet, gebelerde zor. Demir eksikliği anemisi şu aslında, anemi yani kansızlık pek çok sebebi var. Belki onlarca sebebi var ama en çok gördüğümüz sebep ayaktan gelen bize hastalarda demir eksikliği anemisi oluyor. Kabaca işte demir düşüklüğüne bağlı anemiye biz demir eksikliği anemisi diyoruz. Hastanın biz tetkiklerini istiyoruz, işte vitaminlerini, periferik yayma diye özel bir testimiz var, onu da yaptıktan sonra eğer hastada demir eksikliği anemisi varsa onun tedavisine geçmek lazım. Demir eksikliği anemisi az önce de söyledim, böyle çok sık dünyada. Bazı yerlerde %30, %40'lara varan oranları var aslında ve kadınlarda çok daha fazla görülüyor. Belki de bir halk sağlığı problemi diyebiliriz. Çocuklarda var, herkes de var. İşte böyle canı kireç, kül yemek isteyen çocuklar, işte buz çekenler, vitaminsizlikten böyle koltuk boyasını kemiren çocuklar falan. Bunların hepsi bir demir eksikliği belirtisi olabilir aslında. Çok dikkatli olmalı hem ebeveynler hem de biz kendi açımızdan bakmamız lazım. Çok önemli bir durum aslında. Demir eksikliği anemisinin tedavisi, hani böyle tedavisi aslında diğer şeylerden daha kolay. Çünkü tedavide dışarıdan demiri verdikten sonra zaten eğer hastada bir emilim kusuru vesaire yoksa hastanın demiri düzeliyor genellikle. İşte hapla, kapsülle vesaire başlayabiliyor ya da hastanın diyeti çok kötüyse. Şimdi bazımız da böyle diyeti çok iyi yaptığımızı, çok dengeli beslendiğimizi zannediyoruz ama o beslenme kurallarını gerçekten, belki de diyetisyenlerden yardım alarak gözden geçirmek lazım. Birkaç bununla ilgili sayısal veri verecek olursam, aslında temelde bir insanın günlük demir gereksinimi 12-13 gram kadar. Eğer günlük siz eğer bir emilim probleminiz yoksa 12-13 gram demir alıyorsanız besinlerle, o zaman demir eksikliği anemisi yaşamazsınız. Ama kadınlarda bu iş değişiyor çünkü aylık belli periyotlarla kanamalar olduğu için kadından kadına da değişiyor tabii ki bu kanamaların miktarı ama onlarda böyle 18-19 grama kadar demir ihtiyacının böyle arttığını görüyoruz. Aslında büyük bir oran bu. Yani 19 gram deyince belki küçücük bir şey canlanıyor olabilir gözümüzde ama evet. Şöyle kabaca örnek vereyim: Mesela 60 gram böyle kırmızı ette yaklaşık işte böyle bir 3-4 gram demir var öyle diyeyim size. Hani günlükte 18 gram demir ihtiyacı varsa, düşünsene günde belki de hemen hemen 400-500 gram kırmızı et yiyerek aslında karşılayacağınız bir şey. Ama demir sadece kırmızı ette yok. Hani halk arasında biz hani dalakta, karaciğerde var tamam doğru. Gerçekten de kırmızı etin kendinden daha fazla karaciğerde ve dalaktaki demir miktarı. Ama böyle yeterli miktarda alabilmemiz için o diğer şeylerle de aslında birleştirmemiz lazım. Mesela fasulyede, işte yeşil yapraklı sebzelerde vesaire de demir çok miktarda mümkünse aldığımız bir ürünün ya da kullandığımız bir besinin işte demir içeriğini kendimiz de araştırabiliriz. Bunu biliyorsak günlük 18-19 gramı kapsayacak şekilde aslında alırsak bunu, o zaman herhangi bir sıkıntı yaşamayız. Önemli olan burada yerine koymak sizin. Özellikle gebelerle ilgili kısma ben gelmek istiyorum çünkü gebelerde gerçekten bu anemi işi çok daha fazla oluyor. Çünkü ikinci bir can var, onun da bir demir ihtiyacı oluyor. Sürekli vücut, sürekli kendi deposundaki demiri ona veriyor. Gebeliğin doğası gereği zaten bizim kan seviyelerimiz bir düşer. Yani kansızlık demek için gebelerde mesela biz bir birim daha eksik sayarız. Gebelerdeki kansızlığı, çünkü mecburen işte ödem oluyor, işte kan dolaşımı genişliyor vesaire. Aslında daha fazla demire ve kana ihtiyacı oluyorlar hem kendileri için hem de çocuk için. Bu ileride doğumdan sonra laktasyonda yani emzirme sırasında da gene bir sürü demir gidiyor o süte. O zaman da kayıp oluyor. Onun için depoları yerine koymak lazım. Gebelerde şunu bilsinler sadece, zaten gebelerin bu kullandığı preparatlarda demir çok miktarda var. Hani böyle multivitamin kullanıyorlar ya onlar var aslında ama yetmeyebilir. Bu damardan demir tedavisi bizim çok kullandığımız bir şey. Gebelerde özellikle 12 haftadan sonra gayet güvenli. Eğer 12 haftadan sonra gebeyseniz ve demir eksikliği aneminiz varsa, hele hele vitamin kullanmanıza rağmen bu durum varsa damardan almaktan çekinmeyin. Çünkü yeni damardan ilaçlar son derece güvenli. Eskileri birazcık alerji riski falan yapıyordu ama bu yenileri gerçekten kullanmaktan, bence güvenli kullanabilirler. Yani çekinmesin diyeyim ben onlara çünkü gebeler için çok hem çocuk için hem kendileri için çok lazım demir.
Sunucu: Evet, o zaman hocam şöyle bir şey söyleyebiliriz: Halkımıza şöyle bir uyarıda bulunmak istiyorum. İnternette çok fazla bilgi kirliliği var. İşte diyet yapacağım diye oradaki şu diyet bana uygun, bu diyet bana uygun diye kendiniz karar vermeyin. Neden? Şöyle düşünün: Pelvik mesela işeme, dışkılama ve cinsel fonksiyonlarda bir probleminiz varsa nasıl ben internetten Kegel gördüm, Kegel yapayım da bu problemim geçsin diyerek farklı bir komplikasyona sebep oluyorsa, çünkü kökeni ne senin, hangi kaslar için egzersize ihtiyacın var ya da tedavi protokolüne ihtiyacın var bilmediğin için nasıl zarar verirse kendine, diyetlerde de önce bir check-up'tan geçmesi gerekiyor, tahlillerden geçmesi lazım. Senin neyin var, mutlaka sağlık profesyonelleriyle çözmenizi tavsiye ediyorum çünkü bu diyetlerden sonra organların fonksiyonunu kaybetme problemlerinden tutun depresyondan tutun anksiyete nevrozuna kadar giden hastalıkların dışında yeme bozuklukları ve ciddi ölümler meydana geliyor. İnternette her gün görüyoruz. O yüzden sevgili izleyicilerimiz, mutlaka işi sağlık profesyonelleriyle çözün, diyetisyene gidin, doktorlarımıza gidin, tahlillerinizi yaptırın. Neye karar verilecekse uzmanlarımız versin. Bunu da buraya not düşelim.
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Çok doğru bir not düştünüz. İnanılmaz güzel bir noktaya parmak bastınız. Mesela demir özelinde siz deyince aklıma geldi. Hani böyle diyet yapıyorum, veremiyorum vesaire. Mesela demir eksikliği bunun sebeplerinden biri aslında. Yani bunlara bakılmalı. İşte insülin vesaire direnci. Çünkü mesela demir çok kıymetli bir element. Vücut onu kaybetmek istemiyor aslında. Çok nadir böyle kaybetme metotları var vücuttan demiri ve bizim saçlı derimizden ayaktaki tırnağımıza kadar her hücremiz, her zerremiz bu demire muhtaç. Maalesef evet, bütün enzimatik reaksiyonlar, bütün vücudumuzdaki dönen olaylar hepsi demirle alakalı. Çok güzel vurguladınız. Demir eksikse ben unutmuştum: Depresyon, anksiyete, huzursuz bacak sendromu, uykusuzluk, yani dünyanın şeyi başımıza geliyor. Kilo verememe de bunların nedenlerinden biri. Onu da vurgulamış olalım böyle sizin sorunuzda.
Sunucu: Evet hocam. Hocam, peki beyaz kan, trombosit ne demektir? Düşerse ne olur, yükselirse ne olur? Biraz bundan bilgi alabilir miyiz?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Olur. Burada da şöyle bir şey var. Halk arasında bizim anlatmamız gereken şey belki de şimdi. Halk arasında işte beyaz kan deyince böyle sanki hem trombosit hem bu lökosit dediğimiz şey kastediliyor aslında. Yani bakıyorum ben işte hastalarla sohbetimize, ikisine de beyaz kan diyorlar. Doğru ama şöyle desek daha doğru olur: İşte bu lökosit dediğimiz akyuvarlar, Türkçesini kullanalım biz. Akyuvarlar da bir beyaz kan. Adı üzerinde akyuvar. Evet. Bir de bu PLT diye yani trombosit dediğimiz bir kan var. Bunlar kan pulcuğu. Bizim halkımız ikisine de beyaz kan diyor. Şimdi "beyaz kanım yüksek dediler hocam" diyor bize ya da "düşük dediler hocam" diyor. Mesela ben hemen bakıyorum, hangisini acaba düşük demişler? Yani lökosit mi demişler bunu yoksa trombosit mi diye. Aslında bir tanesi o akyuvarlar yani lökositler bizim bağışıklık hücrelerimiz, mikroplarla savaşan hücreler. Öteki trombositler, ona da beyaz kan diyorlar. Onlar da bir yerimiz kesildiğinde bıçakla mesela, kanı durdurmaya yarayan hücreler. Bir sürü hücreler var. Çok güzel bir vücuda sahibiz yani insanoğlu olarak. O gidiyor, onlar görevini yapıyor, o kanamayı orada durduruyor. Bunlar önemli hücreler, bunları karıştırmasınlar diye yani halkımıza şunu vurgulamak isterim ben aslında: Beyaz kan deyince aklınıza bir kan çeşidi gelmesin, yani trombosit de kastediliyor olabilir. Orada akyuvarlar da kastediliyor olabilir. Bunların hem yüksekliklerinin hem düşüklüklerinin pek çok anlamı var aslında. Yani bizim kendi branşım açısından bakınca, kemik iliği hastalıkları mesela ilk göstergeleri olabiliyor bunlar. Mesela işte lökosit yüksekliği, lökosit azlığı. Bunları biz görünce hemen bir periferik yayma yapmak isteriz hastalardan. Periferik yaymayı da kaba isterseniz anlatayım. Periferik yayma dediğimiz test, bizim hücreleri kendi gözümüzle mikroskobun altında incelememize yarayan bir metot. Basit yapılıyor aslında. Belki tıp dünyasının en eski ve en basit testlerinden biri. Bir parmak ucundan ufacık bir iğneyle deliyorlar parmağınızı. Sonra onu bir cama yayıyorlar. Böyle lam diyoruz biz ona işte. Sonra belli boyamalara tabi oluyor bu. Sonra hasta bize onunla geliyor. Bizim önümüzde mikroskop var, mikroskopta biz o işte beyaz kanı, kırmızı kanı, trombositi her şeyi inceleme fırsatı buluyoruz. Bazen başımıza geliyor mesela, bu kan sayımı cihazlarının kalibrasyon bozuksa, kan bekledi ise falan, böyle abuk subuk sonuçlar çıkabiliyor. Hı hı. Onu önce bir teyit etmek istiyoruz biz hematologlar olarak. Yani gerçekten mesela atıyorum, beyaz kanı düşük çıktı hastanın, trombo düşük. Gerçekten bu böyle mi? Gerçekten düşük mü? Hemen elimiz periferik yaymaya gidiyor, hemen bakıyoruz ha, gerçekten düşük. Hakikaten ya da hayır, yalancı düşük diyoruz. Önce ilk basamakta bizim o var evet. Çünkü biz orada gözümüzle direkt sayabiliyoruz. Cihaz onu bir program dahilinde sayıyor. Yani şu büyüklükteki hücreleri say diyor mesela cihaz. Cihaz onu küçük ya da büyük saymaya çalışıyor. İşte bir şeyler oluyor vesaire tam sayamıyor. Biz onu ancak gözümüzle görerek ikna olabiliyoruz işin aslı.
Sunucu: Evet hocam. Peki, ilik hastalıkları hangi belirtileri veriyor? Biyopsiler nasıl yapılıyor? Hocam biraz da bundan bilgi verebilir misiniz?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Ondan bahsedelim. İlik hastalıklarının belirtisi, şimdi ilik hastalığı da çok fazla. Önce onu söyleyeyim. Şimdi halk arasında da ilik hastalığı deyince hep böyle aklımıza işte lösemiler geliyor. Evet. İşte ilik kanseri, kan kanseri halk arasında. Ama iliğin de milyon tane hastalığı var çünkü kemik iliği, belki de vücudumuzun en büyük organlarından biri. Yani işte et yerken düşünün, işte o kemiğin içerisinde komple ilik yapan doku var. Bizim bütün kemiklerimizin içerisinde bu ilik yapan doku var. En çok kalça kemiklerinde, işte bu orta hatta, omurgada vesaire var. Burada herhangi bir problem varsa, bu kendini tabii ki kanda bir anormallik yapacak şekilde gösteriyor çünkü kemik iliği kanın yapıldığı yer aslında. Yani suyun gözü orası. Suyun gözünde problem varsa, suyun küçük dalları da kirleniyor, musluk da kirleniyor öyle düşünün. Kemik iliği hastalıklarına eğer biz periferik yayma, az önce bahsettiğim testi, herhangi bir şüphe görüyorsak mikroskopta ha, bu ilikte bir problem olabileceği anlamına geliyor diyorsak o zaman bazen suyun gözünü incelememiz gerekebiliyor. Yani direkman ilikten biyopsi almamız gerekebiliyor. Lösemi bu hastalıklardan bir tanesi ama işte MDS var, aplastik anemi var yani bir sürü çeşit çeşit ilik hastalığı var aslında. İlikte problem bunların bazılarında bütün kan hücrelerinde problem oluyor, kimisinde sadece beyaz kan hücrelerinde, kiminde kırmızı kan hücrelerinde oluyor. İlik biyopsiyle anlıyoruz. Kabaca nasıl yapılıyor diye bahsedeyim. Anabilir. Bizim genellikle tercih ettiğimiz yer leğen kemiği yani kalça kemiğinden biz bunu yapmayı tercih ediyoruz.
Sunucu: Onu soracaktım. Neden leğen kemiği, neden oradan alınıyor diyecektim hocam.
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Evet, her yerde var ama orası en güvenli yer çünkü hem çok fazla sinirin geçmediği bir yer hem de çok geniş bir kemik olduğu için hem bize daha fazla örnek alma şansı tanıyor hem de komplikasyon olarak, yani işin sonunda başımıza bir şey gelme olasılığı olarak daha düşük bir yer yani güvenli bir yer aslında. Onun için genelde leğen kemiğini tercih ediyoruz. İşte bir 3-4 cm çünkü parça almamız gerekiyor. Leğen kemiğinin en çıkıntılı yerinden işte önce orayı uyuşturuyoruz. İşte bu genel anesteziyle yani daha doğrusu hafif bir anesteziyle de yapılabilir, direkt lokal anesteziyle de yapılabilir. Beş-on dakikalık bir işlem aslında, çok değil. Biraz şırıngadan daha büyük bir iğnesi var. Orayı uyuşturduğumuz bir şekilde delmemiz gerekiyor. Böyle kemik kabuğunu deldikten sonra artık suyun gözüne yani olayın kaynağına ulaşıyoruz. Sonra ilk etapta oradan şırıngayla birazcık ilik çekiyoruz. Normal bildiğimiz sıvı şeklinde geliyor ilik. Bunu camlara yayıyoruz. Bazı tüplere bazı testler için testler alıyoruz. Buna biz kemik iliği aspirasyonu diyoruz. Bir de biyopsi var. Bunu yaptıktan sonra da yine hemen hemen onun yakınından, aynı yerden birazcık daha böyle keskin dişli bir iğneyle biyopsiyi alıyoruz. İşte onu da böyle patolojiye incelenmek üzere gönderiyoruz. Yani aslına bakarsanız çok da böyle karmaşık bir işlem değil ama bazı, biz de yani zorunda kalmadıkça almamaya çalışıyoruz ama hani zorunda kalındığı zaman alınması gereken hastalar bundan çok korkmasınlar. Çünkü bana gelen hastalarda ben bundan çok endişe edildiğini görüyorum. Orada hekiminiz sizi rahatlatacaktır diye düşünüyorum.
Sunucu: Hocam, çok ilginçtir ama ben hayatımın 20 yılı sağlık sektöründe olduğum için, çalıştığım için, Adana Başkent Hastanesi'nde onkoloji ve hematoloji bölümünde bu bahsettiğiniz bütün olaylara şahit olmuştum hocam. Yani her gün hematolog hocalarımızla birlikte bu çalışmaları görmüştüm. Gerçekten alanınız çok hassas, çok özel, çok kıymetli hocam.
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Sağ olun. Yani kolay gelsin diyeyim ama gerçekten çok hassas, hem duygusal olarak hocam, mental olarak yorucu. Çünkü o insanların psikolojisi çok farklı, normal serviste yatan hastalara göre çok farklı. Onun dışında o işlemi yapmak, çok özen göstermen gerekiyor. Yani doğru. Gerçekten zor.
Sunucu: Şu an anlattınız ya, o günlere geri döndüm biraz.
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Gözünüzde canlandı.
Sunucu: Evet, canlandı hocam. Bölümünüz hiç kolay değil. Allah yardımcınız olsun diyeyim.
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Teşekkür ederiz.
Sunucu: Evet hocam. Peki, şunu söyleyeyim: Dalakta büyüme varsa bunun sebebi neden gerçekleşir? Yani ne olmuş olabilir ki dalağımız büyüyebilir? Bu hangi hastalığın belirtisidir?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Onun da çok sebebi var aslında. Az önce de dedim, hematolojinin uğraş alanlarından biri de dalak hastalıkları. İşte genelde dalağı büyük bir hastayı yine bize gönderirler, hani araştırılmak üzere. Kabaca da bizim hematoloji aslında birazcık zevkli ve zor bir bilim dalı çünkü çok, yani mesela bizim dal kadar herhalde araştıran başka bir yandalı yoktur dahiliyenin. Çünkü gelir hasta, baştan aşağı araştırırsın, bir şey bulmaya çalışırsın. Biraz bizim işimiz bulmaca çözmeye benzer. Tanı koyma çünkü işinde biz devreye girdiğimiz için diğer bazı bölümlerde işte hasta direkt tanısa, patoloji raporu çıkar, şu hastalık var ha o tedavi edilecek. Ama bizim bölüm öyle değil. Biz önce bu neden olmuş, bir tanı koymaya çalışıyoruz. Yani hematolojinin zorluğundan biri bu. Tanıyı koyacağız önce, hastalığın ne olduğunu bulacağız, sonra ona uygun tedaviyi yapacağız. Biraz daha zor aslında. İşte dalak bunlardan biri aslında. Dalağı büyüten onlarca sebep var hematoloji ile alakalı. Yani ilik ya da lenf hastalıkları aslında ufak bir bölümünü oluşturuyor bunun. Aslına bakarsanız dalak büyüklüğünün en sık sebebi nedir dersen birinci sırada karaciğer hastalıkları denir. Kronik karaciğer hastalıklarında işte oradaki basınç artar. İşte dalağa giden kan basıncından dolayı dalak büyümeye başlar. Buna splenomegali diyoruz biz, yani dalak büyümesi. Dolayısıyla dalağı büyük olan bir hastada biz önce karın ultrasonuyla işe başlıyoruz. Yani karaciğerde siroz ya da başka bir hastalık mı var nedir, ona bir bakmak için. İkinci sırada da enfeksiyon hastalıkları geliyor. Gene bizle alakalı değil, enfeksiyon hastalıklarıyla alakalı ama gene biz araştırıyoruz bunları. Çünkü pek çok enfeksiyon bunu yapabiliyor. İşte tüberkülozdan tutun HIV'e kadar, yani aklınıza gelen pek çok enfeksiyonda bu dalak büyüklüğünü görüyoruz. O yüzden biz periferik yaymaya, hastaları değerlendirirken o gözle de bakıyoruz. Yani bu hastada şu enfeksiyonun belirtileri var mı periferik yaymada vesaire diye baktıktan sonra diğer şeylere geçiyoruz. Bağışıklık yetmezlikleri var mesela. İşte eğer immün sisteminiz yani bağışıklık sisteminiz az çalışıyorsa gene dalağınızda büyüme olabiliyor. Bizim yöremizin hastalıklarında işte talasemi, yani Akdeniz anemisinde yine dalak büyüklüğü olabiliyor. İşte lenf kanserlerinde, bu lenf kanseri direkt dalağın kendi kanseri de olabilir, kemik iliğinin kanseri olup dalağa da işte şey yapmış olabilir, kemik iliğinde miyelofibroz dediğimiz hastalıklar vesaire olabiliyor. Yani işin aslı, hematoloji burada şunu yapıyor aslında: Ultrasonla bakıp eğer hastada bir karaciğer hastalığı olmadığını gösterirsek, enfeksiyon değerlerinde ya da enfeksiyon tetkiklerinde de herhangi bir enfeksiyon sebebi bulamazsak işte hematolog orada devreye girmek zorunda. Orada mutlaka hastanın periferik yayma bulgularına bakıyoruz ve çoğunlukla da dalağı büyük hastalardan biz işte bir kemik iliği biyopsisi, az önce anlattığım işlemi yapmak zorunda kalabiliyoruz. Çünkü ilik hastalıklarının bir kısmında, büyük bir kısmında dalak büyüklüğü meydana gelebiliyor. Neyse ki ama onların hepsinin uygun tedavileri var. Dalak büyüklüğü yapan diğer bir sebep doğuştan hastalıklar olabiliyor. Bu da Türkiye için önemli aslında. Gaucher diye bir hastalığımız var. Türkiye dünyada bu hastalığın en sık görüldüğü ülkelerden biri çünkü bizde akraba evliliği hala çok yaygın. Evet, genetik geçişli bir hastalık. Eğer hem anne hem baba taşıyıcı ise, çocukta görülme olasılığı çok var. O yüzden özellikle hastalara soruyoruz: Anne babanız arasında bir akrabalık var mı uzakta olsa diye. Eğer böyle bir durum da söylüyorsa bize dalağı büyük olan bir hasta, bu Gaucher testini de gönderiyoruz. Bir enzim eksikliği aslında. Gaucher tanısı çok kolay, tedavisi de var. Sadece akla getirmek gerekiyor.
Sunucu: Evet hocam. Konunun dışında bir şey soracağım. Hastalar şunu çok soruyor: Hematolojide tedavi olurken neden şuradan girişler yapılıyor? Kateter mi?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Evet, şöyle. Bizim, hani o lösemi dedik ya az önce, kan kanserleri, ilik kanserleri. Eğer hasta gençse, kemik iliği nakline uygun bir hastaysa biz bu hastada biraz yoğun bir tedavi veriyoruz. Biz buna indüksiyon tedavisi diyoruz, başlangıç tedavisi. Bu tedavinin amacı var olan hastalığı bir an önce söndürmek. Onun için biraz yoğun bir tedavi oluyor bu. Yani bize bir lösemi hastası yattığında çoğunlukla tiplerine göre değişiyor ama hasta kabaca bir ay yatacak şekilde aslında serviste yatıyor. Şimdi bu damar yollarının biliyorsun, 3 günde bir değişmesi lazım. Her gün bunlardan kan alıyoruz, kan veriyoruz, ateşi çıkıyor, antibiyotik başlıyoruz. Yani o damar yolları olmuyor onunla, yani her tarafı morarıyor hastanın. Hasta böyle çok konforsuz oluyor. Kateteri hasta konforu için aslında açıyoruz biraz da işte buna bağlı enfeksiyonlar azalsın diye. Çünkü her girişim bir enfeksiyon riski. Bu hastalar zaten enfeksiyona duyarlı, yatkın hastalar olduğu için kateter uygulamaları tercih ediliyor. Bu birinci sebebi. İkinci sebebi de şu: Eğer bir hastaya ilik nakli yapacaksak o zaman ilik vericisinden de aslında toplamayı genelde kateterle yapıyoruz. Kendinden ilik nakli yapılacak hastalıklarımız var. Onlarda da hücre toplamasını o kateterle yapıyoruz. Bir cihaza bağlıyoruz o kateterden. Bunu normal küçük damar yollarıyla yapamayız, birazcık daha geniş damar yolları lazım. O kateter aynı zamanda da ona da yarıyor.
Sunucu: Ona yarıyor.
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Evet.
Sunucu: Hocam, bazen kan fazlalığı oluyor. Kan fazlalığı olmasındaki sebep nedir? Yani neye sebep veriyor? Hangi hastalıklardan dolayı kanımız fazlalaşıyor? Halk arasında bu kan fazlalığı denilen şey aslında kırmızı kan fazlalığı, yani hemoglobin yüksekliği aslında.
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Evet.
Sunucu: 13 ve üstü olduğunda mesela kan vermem gerekiyor. Baş ağrılarım çok oluyor, kendimi çok yorgun hissediyorum diyorlar ya işte kan verdim çok rahatladım diyorlar. Bu doğru mu?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Doğru, doğru aynen.
Sunucu: Peki hocam, kan fazlalığında çok sebep var aslında. Ama Allah'tan çoğu sebebi masum sebepler. Yani...
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Birazdan onu siz değerlendirin. Çok da masum değil aslında. Şimdi vazgeçtim o laftan da. Bu biraz rakam vereyim kabaca aslında bu işte hemoglobin değeri 16,5 üzerindeyse erkeklerde gram/decilitre, kadınlarda da 16'nın üzerindeyse bu kan fazlalığı var diyoruz. Bu dediğiniz şikayetleri yapıyor. Eğer bu değerler bu kadar yüksekse işte baş ağrısı, zonklama, kulak çınlaması, gözde kararma, halsizlik, yüzde kızarma, ayaklarda yanma falan. Bu da bir sürü şikayet yapıyor. Yani işin aslı hastalar da gerçekten kanı boşaltınca rahatlıyor. Hani çoğumuzda var aslında bu kan fazlalığı, çok var ama bu hastalar çoğunlukla kendini biliyor. Hemen Kızılay'a gidiyorlar, bağış yapıyorlar. Çok güzel, Kızılay'a bağış yapmak bizim hematoloji açısından çok önemli. Biz çünkü çok kan kullanan bir bölümümüz yani biliyorsun sen de. Onun için bağış yapmaları güzel. Ama Kızılay bazı hastalar var, haftada iki kan boşaltması gerekiyor mesela. Kızılay'da bu 3 ayla sınırlandırılmış vaziyette. Hastanın faydası olacak, Kızılay'ın yaptığı doğru aslında burada ama bu hastaları aralarda böyle boşaltmak lazım. Kan fazlalığının kabaca en sık sebebi aslında sigara. Türkiye'de yani kabaca oksijen düşüklüğü yapan her şey kanımızı fazlalaştırır. Çünkü bizim dokularımıza işte az önce dedik ya, tırnağımıza kadar oksijen gitmesi lazım bir şekilde. Bu kan zaten bu göreve yarıyor. Oksijeni alıyor akciğerden, bizim ayak tırnağımıza kadar götürüyor gibi düşün. O arada işte eğer senin kanın fazlalaşırsa bu oksijen miktarının dengesizliği vesaire ortaya çıkabiliyor. Yani oksijenin düşerse eğer, vücut o dokuya o oksijeni daha fazla götürmek için ne yapmaya çalışıyor? Kanı artırarak yapmaya çalışıyor. Oksijen az, bari kanı artırayım da oraya yeterli oksijeni göndereyim diye. Sigara içenlerde dolayısıyla yüksek rakımda yaşayanlarda, işte atletlerde, sporcularda, işte ne bileyim uyku apnesi olan mesela, gece uyku apnesinden dolayı gece mesela oksijensiz kalıyor hasta. Mesela onlar da genellikle böyle kızarık olurlar fark...
Sunucu: Hocam, sigara, alkol hikayesi olmayan birçok vaka tanıyorum, hasta tanıyorum ve gayet de sağlıklı besleniyor gibi. Neden acaba diye düşünürken, siz uyku apnesi dediniz. Doğru hocam.
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Uyku apnesi, KOAH yani eğer bir akciğer hastalığı da varsa, yüksekte yaşayanlar, onlara çok oluyor. Hakikaten biz peki nasıl ayırt ediyoruz dersen, çok basit bir kan testi var: Eritropoetin diyoruz biz buna. Eritropoetin bize bunun ilikten kaynaklı mı, yoksa işte az önce saydığım sigara, yüksek rakımdan falan kaynaklı mı olduğunu ayırt etmemizi sağlıyor. Eğer bu durum mesela sigara ya da oksijensizlikten ise eritropoetin düzeyinin kanda yüksek çıkması lazım. Eğer düşük çıkarsa, işte orası en önemli nokta. Çünkü bizim devreye girdiğimiz nokta bu. İlik hastalığı olabilir. Kemik iliği hastalıklarında eritropoetin düşük çıkar. İlik fazla çalışmasına bağlı kan fazlalığı görüyoruz bazen. Yani doğuştan ya da sonradan kazanılmış bir şekilde ilik bir anda böyle hızlı çalışmaya başlıyor. Bir sürü kan yapıyor, kan yapıyor. Halbuki vücudun ihtiyacı yok kana ama fazla kan olunca, zaten bu hastalarda biz daha çok semptom görüyoruz. Yani baş ağrılarını da daha çok yaşıyorlar bunlar. İşte kırgınlık da daha fazla oluyor. Senin dediğin o kızarıklık da daha fazla oluyor. Onlar bizim ilgi alanımız yani ilik hastalığı olma ihtimali. Kan fazlalığı olanlarda nadir ama varsa da bir an evvel tedavi edilmeli çünkü tedavisi var ve bu hastalık Allah korusun böyle lösemi vesaire gibi daha kötü hastalıklara dönebiliyor. Erken dönemde yakalamak çok daha önemli bunları.
Sunucu: Evet hocam. Bazen şöyle boyun bölgemize bakım yaparken hastalarımızın ya da böyle tıraş olduğunda eline bezlerin geldiği söyleniliyor. Biz böyle elimize bezler geldiği zaman lenflerimin büyüdüğünü gördüğümüz zaman korkmalı mıyız? Yani lenflerin büyümesi bir kanser belirtisi mi?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Olabilir tabii. Ama Allah'tan yine az önce dediğim gibi, öyle her lenf bezesi büyüklüğünde kanser olmuyor. Tabii ki çok düşük bir oranında bizim lenf kanseri ya da lenfoma dediğimiz hastalığı saptıyoruz. Burada önemli olan nokta, bezeyi tespit ettikten sonra herhangi bir doktora gitmek. Tabii bu hematoloji olursa daha iyi olur yani bizim branşım gereği. Ama iç hastalıkları uzmanı da olabilir, herhangi bir hekim de olabilir. İşin aslı bir görünmekte fayda var çünkü bunlardan biyopsi alınmalı mı, alınmamalı mı noktasında birazcık hekim karar verecek bu noktada. Çünkü beze aslında hepimizde var. Bu lenf bezeleri bizim kendi bağışıklık sistemimizin bir parçası. Evet. Mesela bademcikler de bir lenf bezesi aslında. Yani bunlar mikropla savaşıyor. Mesela bizim mikrobu işte içeriye girmesini engelleyen bir organ. Mesela bademcik. Lenf bezelerinde büyüme varsa hepsini biyopsi almaya gerek yok çünkü enfeksiyon geçirdiyseniz siz zaten o büyür. Mesela boyunda diyelim beze sapladınız, diş etinizle ilgili herhangi bir enfeksiyon varsa, apse varsa, işte diş hekiminde bir müdahale yaptırdıysanız oraya, diş etinde enfeksiyon varsa falan zaten o bezeler şişer. Şişmesi de lazım zaten çünkü vücut o enfeksiyonla savaşıyor. Lenf bezeleri aslında çöplük bölgelerdir. Yani bir savaş oluyor işte. Mesela sizin ağzınızın içinde diyelim, oradan arta kalan işte o kaba tabirle söyleyeyim, işte cesetleri, parçaları falan, o gidiyor vücut o lenf bezesine depoluyor aslında. Onun şişliğini hissediyoruz biz. Ya da ne bileyim işte boğaz enfeksiyonu geçirdiniz, grip oldunuz vesaire, boyundaki bezelerin orada şişmesi gayet normal. Ne yapıyoruz? Dinliyoruz hastayı, bu lenf bezelerinin karakteri nasıl, ağrılı mı, ağrısız mı, kaç santimetre? Elimize böyle geldiği zaman kıvamından biz onu anlayabiliyoruz. Sert mi, yumuşak mı? İşte böyle yuvarlak şekilli mi, birazcık daha böyle elipse varan şekilli mi falan? Önce böyle muayene ettik, hastayı sorguladık. Sonra eğer çok böyle enfeksiyona benzetiyorsak hiçbir şey yapmamıza gerek yok aslında, bir antibiyotik veriyoruz. Fakat hastayı mutlaka kontrole çağırıyoruz çünkü 2-3 hafta sonra bu lenf bezelerinin inmesi lazım. Ama eğer antibiyotiğe rağmen bu lenf bezeleri inmiyorsa, hatta belki de büyüyorsa, kanda işte iltihap değerleriniz antibiyotiğe rağmen hala düşmüyorsa o zaman bunun ileri incelenmesi gerekebilir. Ne yapıyoruz ama ileri incelerken? Bir ultrason istiyoruz yani biyopsi. Hemen bakın, şeyde değil yani hemen biyopsi, parça yapmıyoruz. Önce bir ultrason. Ultrasonla çünkü biz lenf bezinin karakterini değerlendirebiliriz. O bölgesi var, oradaki hilustaki yağlılık durumu nedir, kanlanması nasıldır? Onu aslında bir radyolog çok kolay bir şekilde bu enfeksiyona bağlı ya da malin bir hastalığa, yani kansere bağlı mı, bize söyleyebiliyor. Ondan sonra biz ancak eğer ultrasonda da böyle şüpheli bazı bulgular varsa o zaman lenf nodu biyopsisine götürebiliyoruz. Bu arada sadece lenfomada ya da enfeksiyon hastalıklarında olmuyor lenf bezelerini büyüten. O kadar fazla hastalık var ki sana anlatamam yani tüberkülozdan, halk arasında Malta humması diye geçen hastalık vesaire düzinelerce, belki yüzlerce sebebi var. Onları da böyle, eğer tedavi gereken bir durum varsa araştırıyoruz, uygun tedaviyi vermeye çalışıyoruz.
Sunucu: Hocam, peki lenf bezlerinin strese büyüme sebepleri var mı? Strese bağlı mesela bir kozmetik işlemden geçiyor, canı yanıyor diyelim mesela. Sonrasında bir bakıyorsun, 2 gün içerisinde lenf bezlerinde büyüme oluyor. Bir hafta sonra, 2 hafta sonra kayboluyor. Bunun, bunun da bağlantısı var mı hocam?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Bence var. Yani bence derken, bilimsel olarak da var. Şöyle: Stres aslında biliyorsunuz bağışıklık sistemini çok baskılayan bir sebep. Bir dikkat edin yani, etrafınızda stresli, panik birisi varsa o çok az hasta olur. Evet. Çünkü bağışıklık sistemi stres anında biz kortizol denilen bir madde sentezliyoruz, biliyorsunuz. O kortizol bağışıklığı düşüren bir madde. Dolayısıyla stresli insanlar çok kortizol dolayısıyla düşük bağışıklık sistemine sahip oluyorlar ve çok çabuk hasta oluyorlar diğerlerine göre. Enfeksiyon ya da mikrop kapma olasılığı daha fazla oluyor. Mesela sizin bahsettiğiniz örnekte hem bu stresin yarattığı o şey var, bağışıklık sistemi var. Bir de işleme bağlı, sonuçta tabii ki yani bir işlem oluyor orada bir reaksiyon olacak, lenf bezelerinin de çalışması lazım, o reaksiyonu temizlemesi lazım. İkisi bir araya gelirse böyle çok büyük bezelerle karşımıza çıkabilir gerçekten.
Sunucu: Evet hocam. Hocam, peki vücutta morarma varsa hangi durumlarda hematoloji uzmanına müracaat etmesi gerekiyor?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Bize en çok gelen hasta gruplarından biri işte. Genç kadınlarda özellikle morarma işi çok fazla oluyor. Yine az önceki söylediklerimi burada da yenileyeyim: Morarma da her zaman lösemi ya da kanser belirtisi değil. Bize genelde hastalar korkarak geliyorlar işte "hocam, benim her yerim morardı, hiçbir yere çarpmadım etmedim, kocaman morluk var falan. Lösemi mi oldum? İşte dayımın oğlunda da vardı böyle bir ilik hastalığı falan." Çok panik geliyorlar gerçekten. Onları önce bir rahatlatıyoruz. Diyoruz bak, bu morarmaların %99'unda herhangi bir sıkıntı olmuyor. Şu şu durumlarda biz bunları araştırmalıyız vesaire gibi. Bu önemli. Ne zaman başvursunlar? Ama önemli çünkü morarmayı yaşamayanımız yoktur. Bir defa eğer vücutta böyle beş yerden fazla, bu bozuk para büyüklüğünden fazla bir morluk varsa o gerçekten bizim için bir sinyal olabilir. Bak, beş yerden fazla bozuk para büyüklüğü, yani madeni 1 liradan büyük morluk varsa bu da yetmiyor. Buna ilaveten böyle başka bir kanama bulgusunun da olması lazım hastada. Yani morarma dediğimiz şey aslında bir kanamadır. Cilt altına kanıyor aslında o da. Kılcal damarlardan bir kanama oluyor, ismi morluk oluyor. Eğer kanamaya yatkın bir bünyeniz varsa, kanama oluyor, adı morluk işte. Dolayısıyla beraberinde eşlik eden başka bir kanama bulgusu olması lazım. Ne gibi? Yani mesela burun kanaması yaşayanlar, işte ağız içi kanaması olanlar. Adet kanama öykülerini biz bunlara mutlaka sorguluyoruz. Çok fazla adet kanaması olanlar, adet kanamasının içerisinde pıhtı görenler falan. Mesela buna eşlik eden bir şey varsa ya da işte atıyorum, hatırlamadığı bir ameliyatta kan kaybı yaşamışsa mesela. İnsanlar bir 10-15 yıl önce yaşadıkları şeyleri bazen hatırlayamıyor. Bunu özenle soruyoruz aslında. İşte doğumda kanaman oldu mu, işte daha önce diş çektirdin, kanaman oldu mu? Çünkü bu bir kanama olduğu için eğer bir kan hastalığı ise bu illaki bir kanamaya meyil gidecektir yani diğer kanama bulgularının da varlığı işte o zaman bize bir altta yatan kan hastalığını düşündürür. Gelince onlara kan sayımı yapıyoruz ve en önemlisi az önce anlattığım periferik yaymalarını mutlaka bakıp mikroskopta inceliyoruz. Ondan sonra da bir sürü hastalık var sebeplerini araştırmak için testler yolluyoruz. Yani her morarmadan kısacası korkmaya gerek yok ama dediğim şeyler eşlik ediyorsa mutlaka bir hematoloji uzmanına gelmeleri lazım.
Sunucu: Hocam, şu var. Mesela elimiz bir yere değiyor diyelim, hiç morarmıyor. Bir takım hasta grupları, bir takım hasta gruplarında şöyle dokunuyorsun ya, şöyle yaptığında bile morluk kalıyor orada. Hani bu, buna bağlı mı, paralel bir bağlantısı var mı, o cilt yapısıyla mı alakalı hocam?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Çoğunlukla cilt yapısıyla alakalı oluyor. Eğer benim bu dediğim, saydığım özelliklerden biri yoksa hastada, yani kanama hikayesi temiz diyoruz biz ona, kabaca aslında genellikle bu cilt yapısı, vitamin eksikliği, kılcal damardaki problemler ya da toplardamar yetmezliğinin böyle bir araya gelmesiyle oluşan bir şey. Hormonlar da çok etkiliyor bu arada. Yani kadınlarda özellikle adet dönemine yakın zamanlarda bu morarma işleri daha fazla artabiliyor. Muhtemelen o sebeplerden diyeceğiz onlara eğer bu dediğim kanama hikayesi temizse, öyküsü temizse hastanın.
Sunucu: Evet hocam. Peki, lösemi tedavisinde son günlerde güncellenen bir tedavi şekli var mı? Çok var aslında. Lösemi, müsaadenizle bahsedebilir misiniz?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Şimdi lösemi çok korkulan bir hastalık. Gerçekten böyle herkesin de çok kötü tecrübesi var çünkü lösemi öyle bir durum ki, birazcık böyle akut lösemilerden bahsediyorum bu arada. Bizde kronik lösemiler var, o hastalar yanlış anlamasın. Akut lösemiler çok hızlı bir şekilde ortaya çıkar, çok hızlı bir şekilde ilerler. Onun için çok acil bir şekilde tedavi almaları gerekir. Lösemilerde özellikle yaşlı lösemi hastalarında çok büyük gelişmeler var. Eskiden biz böyle ilik nakli adayı olmayan, daha doğrusu ilik nakli yapamadığımız lösemi hastalarında işte pek de elimizden bir şey gelmez. Yani biraz ömrü uzatıcı, işte kan alacaksın falan gibi deyip aslında öyle devam ettiriyorduk hastaları. Ama özellikle yaşlılar için artık bu hedefe yönelik ilaçlar çok çıkıyor. Yani ilaç, diyoruz onlar akıllı ilaçlar. Aynen öyle. Çok fazla akıllı ilaç var. Bu yaşlılarda da bu en son venetoklaks diye bir ilaç çıktı. Akut miyeloid lösemi için konuşuyorum. Bizim eskiden kullandığımız bir ilaçla bu venetoklaksı beraber verdiğimiz zaman başarı oranı %70'lere çıkıyor. Yani çok yaşlı bir hasta için düşün 80-90 yaşında, hem hastası için bu %70 oran çok büyük. Evet, mucizevi bir rakam yani. Hani kimsenin hayal edemeyeceği rakam. Onun için yaşlılarda bile artık elimizi kuvvetlendiren bir sürü seçenek var. Mutlaka genetik profiline hastanın bakmamız lazım. Gün geçtikçe bu genetik bilimi ilerliyor. Bizim de lösemilerde hangi genetiğin ne kadarlık bir riske sahip olduğuyla ilgili bilgilerimiz arttıkça ve o genetiklere yönelik şeyler tespit edildikçe daha fazla ilaç çıkıyor. Onun için lösemi hastaları korkmasınlar diyebiliriz bence artık.
Sunucu: İlik nakli dışında.
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: İlik nakli dışında. Çünkü çok tedavi çıkıyor.
Sunucu: Evet hocam. Peki, kemik iliği nakli nasıl yapılıyor, nedir?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: İlik naklinden de kabaca bahsedeyim. Bu ilik nakli iki şekilde yapılıyor aslında. Halk arasında otolog nakil var. Evet. Halk arasında kendinden nakil dediğimiz durum. Burada hastanın kendi kök hücrelerini kullanıyoruz. Bir de allojenik nakil var. Başkasından alınan kök hücrelerle yapılıyor. İşte miyelom gibi bir hastalık varsa otolog kemik iliği nakli, lösemi gibi bir hastalığınız varsa genellikle allojenik nakil yapılıyor. Kardeşlerden ya da işte yarı uyumlu vericilerden, yeni teknolojik yöntemlerle vericiden kök hücreyi alıyorsunuz, hastaya veriyorsunuz bir kemoterapiden sonra. Ve bunları bir tarlaya ekmiş gibi düşünün tohumları. O kök hücreler orada filizlenip yeniden kan yapıyorlar kabaca. Böyle çok basitleştirmeye çalıştım.
Sunucu: Evet hocam. Kök hücre bağışından da kısaca bahseder misiniz?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Kök hücre bağışı çok önemli bir konu. Yani özellikle yakını lösemi olanlar ancak bunu anlayabilir. Az önce bahsettiğim bu nakil işi gerekiyorsa bir lösemi hastasına, orada bizim için uygun bir ilik lazım aslında. Ve bu iliğin uyum derecesi ne kadar fazla olursa, nakilin de başarısı o kadar iyi oluyor. Vücut da bu yeni iliği reddetme olasılığı daha düşük oluyor. Ne yapıyoruz biz? İşte kardeşleri taramakla başlıyoruz. Kardeşleri uymazsa, anne baba tabii ki yarı yarıya uyuyor olacaklar ama ileri yaşta onlar birazcık riskli. Onun için kök hücre bankalarına başvuruyoruz. Bizim aslında Türkiye olarak şanslıyız çünkü Türk Kök projesi var. Kızılay'ın yapmış olduğu geniş de bir veri tabanı var. Bu kök hücre bağışçılarının işte kaydedildiği bir veri tabanı. Biz hastanın ilik özelliklerini oraya girdikten sonra, eğer orada uygun bir ilik varsa, kök hücre varsa hemen sistem bize sinyal veriyor ve o vericiye bir şekilde ulaşıyoruz. Kök hücre bağışçısı olmak kadar bunun devamını da sağlamak önemli. Bazen bu bankalarda iliği tutan hastalar, daha doğrusu kişiler oluyor, bağışçılar oluyor. Arıyoruz işte ya bir hastamız var, sizin iliğiniz bununla tutuyor vesaire falan. Hasta bir anda vazgeçiyor. Hani bağışçı olmuş, veri tabanına girmiş, iliği de tutuyor. Ondan sonra bir bakıyorsun vazgeçmiş. Hani vazgeçecek bir şey yok. Gerçekten çok sıkıntılı bir süreç değil. Hem devlet hem sağlık kuruluşları bununla ilgili çok önemli imkanlar sağlıyor aslında şu anda vericilere. Onun için hem bağışçı olun hem de bağışçı olduktan sonra iliğiniz birini tutarsa lütfen bu işi devam ettirin. Büyük bir hayır. Evet, yani bu iyiliğin tarifi olamaz diye düşünüyorum ben.
Sunucu: Evet hocam. İzleyicilerimiz için son bir katkınız var mı? Söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: O kadar keyifli ki sizinle sohbet etmek gerçekten.
Sunucu: Hocam o keyif onur bize ait.
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Yok, hematoloji deyince korkmasınlar. Ben belki onu söyleyebilirim. Az önce saydığımız gerekli durumlarda da hematoloji uzmanına gelmekten çekinmesinler. Karmaşık vakaların bölümüdür hematoloji. Biz bulmacaları severiz. Her şeyin artık tedavisi var, löseminin bile artık tedavisi oldukça başarılı. Korkmasınlar diyebilirim belki.
Sunucu: Evet hocam, başka da bir şey demiyorum. Evet sevgili izleyiciler, bugün hematoloji uzmanı Doçent Doktor Mahmut Bakır Koyuncu bizlerleydi. Davetimizi kabul edip programımızı onurlandırdığı için sizlerin huzurunda teşekkür ediyorum tekrardan. Hocam, bil vardı yandığın için onlara adına tekrar teşekkür ediyorum ve gerçekten anlattığınız konular hayatımızda önem arz eden konular. Ve şunu söyleyeyim: Biz bugün bu programda A'dan Z'ye bütün kanser çeşitleri, tedavi şekilleri, vücudumuzdaki belirtilerin hangi hastalıkların işareti olduğunu konuştuk. Sizin de ekstra sorularınız varsa, Nil RTV ekranlarını, sosyal medya hesaplarından, benim ve hocamın da sosyal medya hesaplarından bizlere sorularınızı iletebilirsiniz. Başka programda bu hematolojinin ikinci bölümü olacak diye düşünüyorum, değil mi hocam?
Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu: Tekrar gelirim tabii, onur duyarım.
Sunucu: Biz de onur duyuyoruz hocam, sizi ağırlamaktan. Bu hafta bizden bu kadar. Her pazartesi saat 15'i gösterdiğinde farklı branşlardaki doktorlarımızla farklı güncel sağlık bilgilerini sizlere aktarmaya, evlerinize misafir olmaya devam edeceğiz. Her şey gönlünüzce olsun. Hoşça kalın, iyi günler.